3 Ocak 2013 Perşembe

Roma Hukuku Vize Sonrası Kısım

HUKUKİ İŞLEMLERİN GERÇEKLİK KOŞULLARI


A. Hukuki İşlem Yapma İradesinin İzharı
-Hukuki işlem yapmaya yönelik iradenin dışarı vurulması, açığa çıkarılması gerekir.

1.Yönetilmesi Gerekmeyen İrade Beyanları: Bazı hukuki işlemlerde iradenin hiç kimseye yönetilmeden, hiç kimseyi muhatap almadan, açığa vurulması, işlemin geçerli olması için yeterlidir.(Vasiyetname düzenleme, bir malın mülkiyetinden vazgeçerek o malı terketmek gibi.)
2.Yönetilmesi Gereken İrade Beyanları: Bazı hukuki işlemlerde ise, bu hukuki işlemi amaçlayan irade beyanının belli kişi ya da kişilere yönetilmiş olması gerekir.(Kiracının kira sözleşmesinin feshini kiracısına bildirmesi gibi)

B. İradenin Beyan Şekli

1.Şekle Bağlı İrade Beyanları: Medeni Kanunumuzda sadece evlilikte sözlü şekil şartı aranır.Toplumsal ve ekonomik açıdan önemli görülen hukuki işlemlerde Ius Civile'ye göre birtakım sembolik davranışlara bağlanmış törenler gerekiyordu.
2.Şekle Bağlı Olmayan İrade Beyanları: Hukuki işleme yönelik irade beyanı, istenilen herhangi bir biçimde yapılabiliyorsa bundan söz edilir. Roma'da bu irade beyanlarının da geçerli hukuki işlem oluşturabileceği düşüncesi ilk olarak Ius Gentium'da ortaya çıktı ve praetorların faaliyetleri sonucu giderek Ius Civile'yi etkiledi.(alım-satım, şirket ve vekalet sözleşmeleri) 2 şekilde irade beyanı vardır:
  • Sarih(Açık) İrade Beyanı
  • Zımni(Örtülü) İrade Beyanı
-Açık İrade Beyanı: İrade, irade belirtisi olarak kabul edilen fiillerden biri ile beyan ediliyorsa açık irade beyanı vardır.Örneğin; bir kimsenin belli bir bedel karşılığında bir malı almak konusundaki istemini sözle, yazı ya da imza ile, bir baş hareketi veya bir el işareti ile göstermesi bu konuya girer.
-Örtülü İrade Beyanı: Gerçekte başka bir amacı olan, ama genelde belli bir iradenin varlığına işaret ettiği kabul edilen davranışlar, iradenin zımnen beyanı sayılır. Örneğin; kanunen belli bir durumda itiraz eden kişi, susmuşsa bunu kabul etmiş sayılır (Sükut ikrardan gelir).
3.İradenin Beyanı ile İradenin İçeriğinin Birbirine Uygun Olması: Kural olarak iradesini beyan eden kimse bu şeyi gerçekten istemelidir. Yani kişinin iç dünyasında oluşan istemi ile beyan ettiği iradesi birbirine uymalıdır. Roma Hukukunun ilk çağlarında özellikle şekilci niteliği gereği Ius Civile'de, beyan edilen iradeye önem veriliyordu. Zamanla Roma'da, Romalılar kişilerin gerçek iradelerine daha çok önem vermeye başladılar. Bu da praetorların faaliyetlerinin bir sonucu olmuştur.


    A. İrade ile bu İradenin Beyanı Arasında İstenerek Yaratılan Ayrılıklar

a)Bir Tarafın İsteği ile Yaratılan Ayrılıklar;
aa) Zihni Kayıt; bazen, bilinçi olarak bir kimse tarafından gerçek iradesi ile iradesinin beyanı arasında uygunsuzluk yaratılabilir. Bu duruma 'zihni kayıt'(gizli koşut) denir. Eğer irade beyanı, kendisine karşı yapılan kişi, zihni kaydın varlığını anlayacak durumda değilse, yapılan hukuki işlem, irade beyanında bulunan kişi tarafından istenmediği halde hüküm doğurur, yani geçerli olur. Bu durum hem Roma Hukukunda hem de Medeni Hukukumuzda halen geçerlidir. 
bb) Latife (Şaka) Beyanı; eğer kendisine şaka yollu irade beyanında bulunulan kişi, bunun şaka olduğunu anlayabilecek durumda ise yapılan irade beyanı, hukuki sonuç doğurmaz. Bunun tersi durumda ise işlem geçerli olur.
b)İki Tarafın İsteğiyle Yaratılan Ayrılıklar (Muvazaa);  
 İki taraflı hukuki işlemlerde yani geçerliliği için en az iki kişinin iradesinin gerekli olduğu işlemlerde söz konusu olur.
  • Mutlak Muvazaa 
  • Nısbi Muvazaa                                
 -Mutlak muvazaa; üçüncü kişilere karşı bir hukuki işlemi ister görünerek yapan taraflar, gerçekte hiçbir hukuki işlem yapmak istemiyorlarsa ''mutlak muvazaa'' dan söz edilir. Böyle bir durum varsa hukuki işlem, hüküm doğurmaz. Burada 1 tane 2 taraflı hukuki işlem söz konusudur.
 -Nısbi Muvazaa; eğer iki taraf, anlaşarak gerçekte yapmak istedikleri hukuki işlemi, üçüncü kişilerden saklamak için başka bir hukuki işlem yapmış gibi gösterirlerse bu durumda 'nisbi muvazaa' oluşur. Burada iki tane 2 taraflı işlem söz konusudur; biri gerçekte istenen ama herhangi bir nedenle dışa karşı gizlenen işlemdir. Diğeri ise, taraflarca gerçekte istenmemekle beraber üçüncü şahıslara karşı asıl yapılmak istenen işlemi gizlemek için yapılmaktadır. Medeni Hukukumuzda 'muvazaa'lı işlem hükümsüz sayılmakta, buna karşılık gerçekte istenen ve gizlenen işlem, kanunun saptadığı koşullara uygun olarak yapılmışsa geçerli sayılmaktadır.

    B. İrade ile Beyan Arasında İstenmeden Ortaya Çıkan Ayrılıklar 
 Bazen kişi, istemediği bir şeyi istediği biçimde ya da istediği bir şeyi istemediği bir biçimde beyan etmiş olabilir. Böyle bir durumda irade beyanında bulunan kişinin ''hata'' ya düştüğü söylenir. Buna 'beyanda hata'(error) denir. İki çeşit nedenden ileri gelebilir; 
  1. Beyanda bulunan kimse, dalgınlıkla, dil sürçmesi ya da bir yanlış anlama dolayısıyla vb. doğrudan doğruya kendisinin yol açtığı bir nedenden ötürü, istemediği şeyi beyan etmiş olabilir.
  2. Beyanda bulunan kişinin dışında ortaya çıkan birtakım nedenlerden dolayı olabilir. Örneğin; bir kimse, vasiyetnamesinin başka bir kişiye yazdırırken yazan kişinin dalgınlığıyla o kimsenin iradesini gerçeğe uygun olarak yansıtmamış olabilir.   
 a)Esaslı Hatalar:
 b)Esaslı Olmayan Hatalar:

# Eğer iradesinin beyanı bir hataya dayanan kişi tarafından bu hatalı durum bilinseydi, o kişi bu hukuki işlemi yapmayacaktıysa hatanın 'esaslı' olduğu söylenebilir. Esaslı hatalarda hukuki işlem geçerli sayılmaz, esaslı olmayan hatalarda ise hukuki işlemin geçerliliğini etkilemeyeceği sayılıyordu. Hata çeşitleri; 
  1. Hukuki İşlemin Mahiyetinde Hata; bir hukuki işlem için iradesini beyan eden kişi, hata sonucu, gerçekte istediği hukuki işlemden başka bir hukuki işlem için iradesini beyan etmişse burada mahiyette hata söz konusudur. Genelde iki taraflı hukuku işlemlerde görülür. Butür hukuki işlemler geçerli olmaz.
  2. Şahısta Hata; kendisiyle hukuki işlem yapılmak istenen kişinin şahsı bakımından hata edilmiş olabilir. Örneğin, bir kimse evini A'ya kiralamak istediği halde kira sözleşmesini yanılarak B ile yapmışsa 'şahısta hata' söz konusudur. Bu hata her zaman esaslı hata sayılmayabilir. Bu, hukuki işlemin mahiyetine göre değişir.
  3. Hukuki İşlemin Konusunda Hata; Örneğin; bir kimse, altın saat satın almak istediği halde yanlışlıkla bir altın bilezik satın almak konusunda iradesini beyan ederse, 'hukuki işlemin konusunda hata' etmiş olur. Bu tür hatalar her zaman esaslı hata sayılır, bunun sonucunda hukuki işlem geçerli olmaz.                                                                        
   C. İradenin Oluşumunda Bozukluk(saikte hata,vasıfta hata,hile,ikrah)

 
Bir kimsenin bir hukuki işlem yapmak konusundaki iradesi, çok çeşitli etkenlerin sonucunda oluşur. Bu etkenlere hukuki işlemlerin saiki denir. Saik, bir kimseyi bir hukuki işlem yapmaya iten ilk nedendir. Hukuki işlemin nedeni değildir. Hukuki işlemin sebebinde hata, yani hukuki işlemle sağlanmak istenen amaçta hata, gerçekte hukuki işlemin niteliğinde hata demektir. Hukuki işlemlerin saikinde hatalar söz konusu olabilir, örneğin; arsa fiyatlarının ileride yükseleceğine inanan bir kişi, kar etmek düşüncesiyle arsa satın alabilir.Oysa alım-satın akdi yapıldıktan sonra arsa fiyatları düşmüş olabilir. Malatya'ya atanacağına inanan(saik) bir memur, orada bir ev kiralayıp, Bursa'ya atanabilir.Bu durumlarda saikte hata söz konusudur. Bu hatalar olmasaydı bu işlemler yapılmayacaktı. Bu hatalar hukuki işlemin geçerliliğini etkilemez. Ancak 'vasıfta hata' söz konusuysa işlem geçersiz sayılır.(bakırdan yapılmış tepsi, altın sanılarak alınmışsa). Bu hatanın esaslı olup olmadığı toplumsal ve ekonomik işlevine göre saptanır. Bu tip hataların önem taşıdığı 2 durum daha vardır:


 1. Hile (dolus)
 2. İkrah (metus)

#Hile; bir kimseyi hukuki işlem konusunda, dürüst olmayan davranışlarla hataya düşürmektir. Eğer hileli davranışlar yüzünden düşülen hata 'esaslı' iste yapılan hukuki işlem geçerli olmaz.
#İkrah; bir kimseyi tehdit ederek zayıflayarak ona hukuki işlem yaptırılması halinde söz konusudur. 2 şekilde düşünülebilir;
  • Maddi cebir
  • Manevi cebir 
#Fiziksel zorlamaları içeren durumlarda maddi cebir söz konusudur. Maddi cebir sonucu yapılan işlemin geçerliliği söz konusu olamaz. Çünkü bu durumda hukuki işlemi yapan kişinin iradesinden söz edilemez. Manevi cebir ise şahsa şantaj, mala zarar verme tehdidi ile olabilir. Manevi cebir(baskı) sonucu yapılan hukuki işlem, o işlemi yapan kişi tarafından istenmiştir. Yani bu kişinin iradesi vardır. Ancak bu irade serbest düşünme sonucu değil, tehdidin yarattığı korku nedeniyle ortaya çıkmıştır.
#İkrah nedeniyle yapılan hukuki işlemlerin geçerli sayılamayacağı düşüncesini ortaya atanlar praetorlar olmuştur. Praetorlar ikrah sonucu işlem yapanlara 3 olanak sağladılar;
  1. Eski duruma getirme
  2. İkrah def'i
  3. İkrah davası

 HUKUKİ NETİCE(SONUÇ)

#Hak, bir şahsa bağlanmışsa, yani bir kimse yeni bir hakkın sahibi olmuşsa, 'hakkın kazanılması'(iktisabı)ndan söz edilir. Hak bir kişiden ayrılmışsa 'hakkın kaybedilmesi'(ziyanı)ndan söz edilir. Bir hak yine aynı kişide kalmakla birlikte, birtakım değişikliklere uğrayabilir, bu durumda 'hakların değişmesi(tebdili)'nden söz edilebilir.
   
 1. Hakların İktisabı:

a) Aslen Kazanılması; bir kimse eşya üzerinde kurduğu ilişkiyle hak sahibi olursa, bu hak aslen kazanılır.
b) Devren Kazanılması; bir kimsenin alacak hakkını bir başkasına devretmesi halinde bu hak, o kimse tarafından devren kazanılmış olur. 

 a#Aslen kazanmada başka biriyle kurulmuş bir hukuki işlem söz konusu değildir. Çünkü kazanılan hakkın başka biriyle ilgisi yoktur. Hak, o kişinin şahsında doğmaktadır. Örneğin; sahipsiz mal olan balıkların biri tarafından tutularak mülkiyet hakkı dolayısıyla kazanılması. Terkedilmiş mallarda da aynı durum görülür. Alacak haklarında da aslen kazanma görülür. Aslında bu haklar bir başkasıyla kurulan ilişki sonucunda doğarlar, ancak doğrudan doğruya kazanılan alacak hakları aslen kazanmaya girer.
 b#Bir kimse bir başkasına ait olan bir hakkı, o kişi ile kendisi arasında kurulan bir ilişki sonucunda kazanırsa, bu hakkın 'devren kazanılması' söz konusudur. Bir hakkın devren kazanılabilmesi için, bu hakkın daha önce bir başkasına ait olması, hakkın varolması gerekir. Alacak haklarının da devren kazanılması mümkündür. Alım-satım ile kazanılan mallar ''devren'' kazanılmıştır. Devren kazanma 2 şekilde olabilir;
  • İnşai-devren iktisap; kurma yoluyla yeniden kazanma
  • Nakledici-devren iktisap; kazanma(halefiyet)             


İnşai-devren iktisap: Bir hak, bir kişide var olmakla birlikte, o haktan farklı nitelikler kazanarak bir başka kişiye devredilmişse, bu kişinin devren iktisabı, 'İnşai' sınıfına girer. Örneğin; bir borçlu tarafından bir arsa üzerinde alacaklısı lehine tesis edilen rehin hakkının, alacaklısı tarafından kazanılması, 'inşai-devren iktisap'dır. Çünkü bu rehin hakkı, borçlunun arsa üzerindeki mülkiyet hakkına dayanmaktadır.
Nakledici-devren iktisap: eğer bir hak, hak sahibinde bulunduğu şekilde, aynen başka bir kişiye devredilirse kişinin bu hakkı bu yolla kazandığı söylenir. Buna 'haklarda halefiyet' denir. Roma'da hakkın bu yolla kazanılmasında 'kimsenin sahip olduğu haktan fazlasını başkasına devredemeyeceği kuralı' yatıyordu. Haklarda halefiyet 2 şekilde gerçekleşir:
  
  a) Cüzi Halefiyet
  b) Külli Halefiyet

a) Cüzi Halefiyet; bir kişinin tek bir hakka başka bir kişinin yerine kaim olması, ona bu tek hakta halef olması halinde bundan söz edilir. Kısaca tek bir hakkın birinden başka birine devridir.
b) Külli Halefiyet; bir kişiye ait olan haklar topluluğunun ya da o kişinin mameleki(malvarlığı)nın tümüyle tek bir hukuki nedenle bir başkasına devridir. Roma'da Klasik Hukuk Dönemi boyunca cüzi halefiyet bilinmiyordu. Çünkü bu dönemde tek tek hakların, özellikle ayni hakların kazanılmasında, bir eşya üzerindeki hakkın değil, o eşyanın birinden başka birine devredildiği kabul ediliyordu. Bu dönemde, Roma'da sadece Külli halefiyet biliniyordu. Bunun en doğal sebebi de ölümdü. Hukuki anlamda ölmüş kişinin de mameleki dağılıyordu(bkz: esir düşme, aile egemenliği altına girme...). Klasik-sonrası dönemde cüzi halefiyet kavramı da ortaya çıkmıştır.

#Hakların kaybedilmesi ve değişmesi konumuzca önemli olmadığından değinmeden geçiyorum.

HUKUKİ İŞLEMLERİN İSTİSNAİ ÖĞELERİ: ŞART VE VADE

  Şart ve vade, hukuki işlemlerin istisnai unsurlarıdır.Genel kural, hukuki işlemlerin yapıldıkları anda hukuki sonuç doğurmaları, yani hüküm ifade etmeleridir. Ancak bazen hukuki işlemlerin hemen hukuki sonuç doğurması istenmeyebilir ya da hukuki işlemlerin geçerli olması bir takım koşulların gerçekleşmesine bağlanmak istenebilir.
Şart: Bir hukuki işlemin sonuçlarının bağlandığı geleceğe ilişkin, gerçekleşmesi objektif olarak şüpheli bir olaydır.
Şartın Özellikleri; Şarta mutlaka bir hukuki sonuç bağlanmalı, şart olarak saptanan olay geleceğe ait olmalı, objektif olarak şüpheli olmalı, gerçekleşmesi maddi olarak mümkün olmalıdır. Hukuk düzeninin saptadığı koşullar içinde bir olay şart olarak belirlenmişse bu durum taraflarca şart olarak saptanamaz. Şart olarak saptanan olayın hukuka, genel ahlaka ve adaba uygun olması gerekir, illegal yapılan işlemlerde şart kabul edilmez.

Şartın Türleri:
 
1) Geciktirici – Bozucu Şart
a) Geciktirici (taliki) şart: Bir sözleşmenin hüküm doğurmasının başlangıcı şarta bağlanıyorsa, bu erteleyici (geciktirici, taliki) şarttır. (Sınıfta en yüksek ortalamaya sahip olan kişiye 1 yıl süreyle burs verilecektir)
b) Bozucu (infisahi) şart: Geçerli bir biçimde yapılıp hükümlerini icraya (yürütmeye) başlamış olan hukuki işlemin bu hükümlerinin sona ermesinin bağlandığı şarttır. Ortak hukuki işlem vardır, şart gerçekleşince ortadan kalkmaktadır.
#Roma Hukukunda şart sadece taliki olarak düşünülmekteydi.
2) Olumlu-Olumsuz Şart: Hukuki işlemlerin sonuç doğurmasının bağlandığı şart olumlu bir olay ise olumlu şarttan olumsuz bir olay ise olumsuz şarttan söz edilmektedir. 
3) İradi–tesadüfi–muhtelif Şart
İradi şart: Şartın gerçekleşmesi hukuki işlemi yapacak kişinin iradesine bağlıysa bu şartın iradi olduğu söylenir.
Tesadüfi Şart: Gerçekleşmesi 3. bir kişinin iradesine ya da tamamen dış etkenlere bağlı olan şarttır.
Karma (muhtelif) şart: Gerçekleşmesi hem şarta bağlanmış hukuki işlemin taraflarından birinin hem de 3. bir kişinin iradesine ya da dış etkenlere bağlı olan şarttır (örn. Tatile giderken otomobilini ödünç verirsen ben de otel masraflarını öderim)

Hukuki Şartın Aşamaları
1) Belirsizlik aşaması; şart olarak saptanmış olayın gerçekleşmesinin şüpheli olduğu aşamadır.
Taliki şartta hukuki işlemin sonuçları askıdadır.
İnfisahi şartla hukuki işlem hüküm ve sonuçlarını meydana getirmektedir.
2) Şüpheli durumun sona erdiği aşama:
a) şartın gerçekleşmesi ; Taliki şartta şartın gerçekleşmesi ile şarta bağlı olan hukuki işlem hüküm ve sonuç doğmaktadır. İnfisahi şartta; yapılan hukuki işlemin sonuçları sona erer.
b) Şartın gerçekleşmemesi veya gerçekleşmeyeceğinin kesinleşmesi; Taliki şartın sonuç doğurma olanağı kalmamıştır. İnfisahi şartın sonuçlarını sürdüreceği anlaşılır.
Taliki şartta; şart gerçekleşirse hukuki işlemin yapıldığı andan itibaren mi hüküm ve sonuç doğuracağı sorununa şartın geriye geçerli (makabline şamil) olması denir. Çağdaş hukuklarda genellikle, taraflar aksini kararlaştırmamışlarsa taliki şarta bağlı hukuki işlemlerin şart gerçekleştiği andan itibaren hüküm ifade edeceği kuralı benimsenmiştir. İnfisahi şartın yapısı gereği istisnai durumlar haricinde geçmişte etkili olması mümkün değildir. Çağdaş hukuklarda infisahi şarta ilişkin olarak şartın geriye geçerli olmayacağı gerçekleştiği andan itibaren şartlı hukuki işlemi sona erdireceği kuralı kabul edilmiştir.

Vade (ecel): Hukuki işlemlerin hüküm ve sonuçlarının bağlandığı gerçekleşmesi kesin geleceğe ait olaylardır. Saptanan vade bir olayın gerekleşmesi veya bir tarih olabilir. (örn. Kedim ölürse yeni kedi alacağım ; vade,gerçekleşeceği kesin, ancak ne zaman olacağı kesin değildir,15 Şubat 2008’de borcumu ödeyeceğim.)
1) Başlangıç vadesi (geciktirici, taliki vade): Hukuki işlemin hüküm ve sonuç doğurmaya başlamasının bağlandığı vadedir.
2) Bitme vadesi (bozucu, infisahi vade): Hukuki işlemin hüküm ve sonuçlarının son bulmasının bağlandığı vadedir. 
#Kesinlik, vadeyi şarttan ayıran en önemli özelliktir. Hukuki işlemlerin sonucunun bağlandığı geleceğe ilişkin olayların gerçekleşmeleri açısından 4 olasılık düşünülebilir.
a) Gerçekleşeceği kesin ve ne zaman gerçekleşeceği belli olan olaylar(vade)
b) Gerçekleşeceği kesin ve ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan olaylar(vade)
c) Gerçekleşecekleri kesin olmayan, gerçekleşirse ne zaman olacağı belli oluyor (şart)
d) Gerçekleşecekleri ve gerçekleşirse ne zaman olacakları belli olmayan olaylar (şart)


HUKUKİ İŞLEMLERDE TEMSİL

Temsil: Bir başkası için hukuki işlem yapmaktır. Bazen hukuki işlemlerin bizzat o kişi tarafından yapılması söz konusu olamayabilir; bu durumlarda temsilci bu işi görür. Bir hukuki işlemin temsilen yapılmasında 3 kişi söz konusudur: 
1) Temsil edilen, kendisi için hukuki işlem yapılan kişi
2) Mümessil (temsilci), temsil edilen için kendisiyle hukuki işlem yapan kişi
3) 3. cü şahıs, mümessilin temsil edilen için kendisiyle hukuki işlem yaptığı kişi


#Bir hukuki işlemin temsil eden için mümessil tarafından yapılması 2 biçimde düşünülmektedir.
1) Dolaylı (vasıtalı) temsil: Yapılan hukuki işlemin hukuki sonuçları önce; o işlemi yapan mümessilin şahsında doğar. Ancak temsilci bu işlemlerden kazandığı hakları ve yüklendiği borçları, sözkonusu hukuki işlemi kendisi için yaptığı kişiye devreder. Bu durumda temsilci hukuki işlemi kendisi adına, başkasının hesabına yapar.
2) Dolaysız (doğrudan doğruya / vasıtasız) temsil: Temsilci tarafından bir başkası için yapılan hukuki işlemden doğan hak ve borçlar, doğrudan doğruya işlemin kendisi için, yapıldığı kişi üzerinde doğar. Burada hukuki işlemi, temsilci, hem başkası adına hem de başkası hesabına yapar.  


Vasıtasız temsilin geçerlik koşulları:
Temsil Yetkisi: Temsilcinin, temsil edilen kişiyi doğrudan doğruya temsil edebilmesi için temsil yetkisine sahip olması zorunludur.
Kanuna dayanan temsil yetkisi: Temsilciler yetkisini doğrudan bir kanundan alıyorsa kanuni temsil yetkisi söz konusudur. Kayyım, vasi birer kanuni mümessildir.
#Temsil yetkisinin 3. kişilerce bilinmesi; Dolaylı temsilde, temsilcinin temsil yetkisi 3. cü kişilerce bilinmez, bilinmesine gerek yoktur. Ancak doğrudan temsilde temsilci 3. kişilere temsil yetkisini ispatlamak zorundadır. Temsil yetkisini gösteren belge vekaletname, (temsilci de vekil) vekalet bir akittir temsil ise hukuki bir işlemdir; akit değildir.
#Eğer bu 2 şarttan biri olmazsa mümessilin yaptığı hukuki işlemler kendi üzerinde doğar.
Haberci: Bir hukuki işlemin yapılması için gereken iradeyi, bir kişiden bir başka kişiye ileten kimsedir. Temsilci ile karıştırmamalıdır.
-Roma hukukunda temsil kurumu pek gelişmemiştir, sadece dolaylı temsil söz konusudur. Bunun nedeni kölelerin temsil yetkisi olmadan iş yapabilmeleridir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder